14 Ocak 2014 Salı

2012 eylül'den kalma: kararsızlık

yorgunum dedi. kusurları bu kadar kusursuzlaştırabilmek yorucu olmalı diye düşündüm. koyu füme tuniğinin kolları dirseklerinden daha aşağıya uzanamıyordu. sanki beni daha az acıtmak için bollaşıyordu göğsünden sonrası. kafasını kaşıdı, kaşlarını düzeltti. bu refleksleri nereden edinmişti? gidelim dedi. hiçbir zaman belli bir yer söylemediği için sormadım. sadece kalktım, kendimi peşine bıraktım. nasıl olsa önemi yoktu mekanların. saçları açıktı, yeni sivilcesi belli ki onu rahatsız ediyordu. saçlarını onu örtmek istercesine soluna aldı. her hareketi nasıl da uzun provalar sonucu edinilmiş bir imkansızlıkta duruyordu. beline hafifçe dokunarak onu yönlendirdim. bu küçük temas fiziksel olarak çok manasızdı. asıl mana çok daha başkaydı. ona dokunduğum an, onu hafifçe itebildiğim an sanki bir mühür vuruyordum bedenine. o artık benimdi. bana ait küçük ve kırılgan bir bebekti. benim varlığımı onaylamış oluyorduk birlikte. bir güzellik üzerinde en ufak bir etkiniz varsa, siz de güzelliklerin yaratıcısı sayılırdınız. yine karar veremedik ne yapacağımıza. her zaman kesin kararları ve istekleri olabilen insanlardan olmak istemişimdir. bu bana hep daha çekici gelir. kendine güven ve sorumluluk alabilmek, başkalarının yükünü hafifletmek demekti. yine olmadı. kararsızlık bize aynı yerlerde bir süre daha yürüme şansı verdi. bizi gören insanlar bizim birlikte olduğumuzu düşünüyor olmalıydılar, bu iyiydi. kararsızlığıma ona açıklayamayacağım kulplar yaratıyordum kendi içimde. bir mekan düşünmenin faydası yoktu, biliyordum. her şeyin başında kararın beğenilmemesi korkusu vardı ya da daha kötüsü gittikten sonra bir fiyaskoya dönüşmesi ve onun bunu itiraf edemeyerek suskunluktan büyüyen bir kin yaratmasıydı. daha sonrasında gerçekten aklıma bir şey gelmemesi vardı. hem ne fark ederdi benim için çevrelendiğimiz duvarlar, sigaralarımızı silktiğimiz küllükler, oturduğumu bile hissedemediğim koltuklar? birini gerçekten hissettiğinizde maddi dünya hiçleşiveriyor. ve bence gerçek nihilizm bu. ve tanrıyı öldüren de aşktır esasta. tabi gerçek tanrıyı bulduran da. bir mucize avucumun içindeydi o an. ve ben onsuzluktan her yeri yoklayacağım anların farkındaydım şimdiden. belki bu yüzdendi huzursuzluğum. bir an emin olabilseydim bir parçasının dahi daima benimle kalabileceğinden; her zaman başım ağrımazdı yanındayken, midem bulanmaz ya da yorgunluk çekmezdim. hiç bir zaman kendim olamadım ki o yanımdayken. o şimdi yanımda, sıkılgan fakat huzurlu yürüyor benimle. pek sorgulamıyor, biliyor kendini. ve ben yorucu ve boğucu düşüncelerimin içinde yüzmeye çalışıyorum işte. yanından uzaklaşmak ve rahatça onsuzluğun acısını çekebilmek için sabırsızlanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder