19 Haziran 2013 Çarşamba

buğulu cam


o bir görünüp bir kaybolan sedef köpükler
yıkayabilir miydi hoyrat dalgalarımızı?
deniz kadar yeşil, deniz kadar mavi                                              
kalabilmek mümkün müydü karanlıklar içinde?
izin verdim savurmasına beni hayatın,                                      
yüklemesine suskunluklar kadar ağır                                                    
cam kadar keskin yoklukları omuzlarıma.
renklerden çoktan geçtim
deniz kadar şeffaf olmak artık dileğim
ne eflatun ölümdü gördüğüm
kal dedin kaldım, git dedin gittim
söylenmedim, mırıldandım kendimi.
dibimi görebilirsin bakarsan içime
köpürdüm, köpürdüm, akıntıda kayboldum
kal mı dedin? duyamadım.

4 Haziran 2013 Salı

demini beklerken yosun tutan hikaye

günler geçiyor. günler geçiyor.neden bilmiyorum şu an sadece bu cümle dökülüyor içimden, içime. günler geçiyor. elimden bir şey gelmiyor. hem sabit kalmak istiyorum bir kuyara bağımlısı olarak, hem de bu mutsuzluğuma bir son vermek ve prangalarımdan kurtulmak istiyorum adakoya hayran. bu birbirine zıt iki istek arasında eziliyor, bekliyor, bekliyorum. öyle bir eylemsizlik ki bu; ruhum toz tutuyor, ara ara birileri geliyor, parmak uçlarıyla ruhumu  kontrol ediyor, tiksinti ve acıma karışımı bir ifadeyle uzaklaşıp gidiyor, gidiyorlar. havalar serinlememişken kışı özlüyordum. öyle tuaf bir özlemdi ki bu, geçmiş bir kışı özlemiyordum. daha önce hiç yaşamadığım bir kıştı özlediğim. şimdi hava buz gibi. insan başını dışarı çıkarmaya korkuyor. ben yazı özlüyorum. terlemeyi, parlayan güneş yüzünden gözlerimi kısmayı, kana kana su içmeyi özlüyorum. daha önce binlerce kere yaşadığım ayrıntıları yaşamadığım bir yazla birleştirmeyi arzuluyorum. ilk kez giydiğim bir eteği, yıllardır giyindiğim bir yürüyüşle taşımak istiyorum. harman olmayı, birinin ciğerlerine ulaşmayı, ardından özgürce yolumu bulmayı arzuluyorum. korkuyorum, ağlamaktan korkuyorum. paylaşmaktan da korkardım eskiden, hala korkuyorum. anladım ki ben anlaşılmaktan değil anlaşıldığımı öğrenmekten korkuyorum. beni anlayın ve beni anlamıyormuşcasına yaşamınıza devam edin istiyorum. çok zor olmamalı. zaten hepimiz her an kendi yarattığımızı sandığımız o frankenstein kimliklerimizle bize ait olmayan sahneleri oynuyoruz.

(kıştan kalma bir yazı bu. hiçbir zaman tam bulunamamış ve mevsimini kaçırmış tamamlanmayı beklerken. ama sonra bakın ne olmuş, değişen mevsimle aldığı demi bir tortu gibi içinde birikmiş, bir daha dokunulmaz olmuş.)

2 Haziran 2013 Pazar

zamanında 'varlığıyla çok, yokluğuyla az olan kardeşime' demişim bunun için. yanılmışım; varlığıyla çok, yokluğuyla daha çokmuş kardeşim.


sebepsiz bir iç sıkıntısı sarar
gülümsemeye çalışan gözlerimizi,
ve derin bir nefestir dostluk, yalnızlığı kovalayan.
koşarız, koşarız bilmeden hedefimizi
elini uzatırsın, düşmekten korkarak
elimi uzatırım, düşürmekten korkarak.
sen ki, su içmekten bile korkarsın
korkusuzluğunun arasında.
bilirim ben nedenini.
bir şarkı çalar birkaç yıl öncemize ait, 
bir ışık parlar gözümüze güneş sandığımız
kelebekler misali uçuşuruz floresanın etrafında.
güneş falan yok. olmasın, yan yanayız.