7 Ocak 2013 Pazartesi

aylaklığa giriş


bir aylak’ı nasıl tanırsınız? elindeki sigarasını yakmak için ihtiyaç duymadığı mekan ya da zamanlardan mı, sahip olduğu mekansızlıktan mı, kolunda olmayan saatinden mi, cebine sıkıştırdığı küçük ve yıpranmış defterden mi, sıradanlaştırdığınız görüntülere fırlattığı müstehzi gülüşünden mi, almayı beklemediği para üstünden mi, diğer cebinde taşıdığı adını duymadığınız bir yazara ait kitaptan mı, peşine takılacak bir insanı arayan gözlerinden mi, kimi zaman hızlı kimi zaman aheste tuttuğu adımlarından mı, kulağını kaşıyışından mı?
hayır, hayır..o size kendini tanıtmadığı sürece, siz onu asla tanıyamazsınız. o ki sürekli arar kendini tanıtacağı doğru kişiyi. aylak arayandır. bilse de bulamayacağını aradığını, o aramaya devam eder. farklı olanın peşinden koşar, farklılığıyla monotonluğa düşmeyenin. doğru olanın peşinden koşar, kendi yarattığı doğrunun. sevmesi gerektiğini hissettiğinden nefret eder, yanlışta doğruyu yaratır. hep geç kalandır. haklılığını kanıtlamak için bağırmayandır. mutluluğu sokakta arayandır.
baudelaire şöyle tarif etmiştir bir aylak’ın yuvasını: 
“nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda var olur. aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. kusursuz flaneur için, tutkulu gözlemci için, ahalinin tam orta yerini, hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek; dünyanın merkezinde olmak, dünyayı gözlemek ama dünyadan saklı kalmak…”
işte o, tam da burada. onu en çok yok saydığınız yerde, içinizde bir yerde sizi izlemede. her gün hızlı adımlarla geçtiğiniz o sokakta, vapuru beklemek için iliştiğiniz o kirli oturaklarda, bir kitapçının rafları arasında gezinmekte ve gizli gizli sizi izlemekte..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder