4 Ocak 2015 Pazar

âhıyor

en sonda mutsuzluk elbet
.
beni kötülediniz
kötü kötü sözler söylettiniz
sevgim acıdı

bayım ben sizi sevicektim
sevgime yaraşıcaktım
sevgim acıdı

oysa o yazı iyi korumuştuk
şimdi kışın ortasında hep hüzün
sevgim acıdı

sözlerimi elimden aldılar 
âhım bile toplama
sevgim acıdı

senler benden gitti
ben de toparlanıp giderim bu gidişle
sevgi acıyor

.
hem de kim kimi sevse.

31 Mart 2014 Pazartesi

eskilerden: ayna


içkimi yudumladım. beni aldatışın aynada parlayıp sönüyordu. aldatışın yanlış kelime, kandırışın. kandırışın yanlış kelime, ağlayışım. kandırmadın ki sen hiç. gizlemedin ki benden başka hiçbir şeyi. her şey apaçık ve ucuzdu. daha çok çektim o çarşafı, çıplak kalsın istedim. onun çıplaklığında sen üşü istedim. ışık sönsün, ayna parlamasın istedim. ışığı söndürdüm. senin ışığa ihtiyacın yok gözlerimde. senden başka herkes yok olsun istedim, gözlerimden başka her şey. gülümsedim, ne kadar da iyiyim. anlayışlı, komik, sevecen, rahat, eğlenceli, lanet, gergin, kıskanç, yalancı ve kindar. ne kadar da iyiyim. ışıklar vuruyor gözlerime, sen gidiyorsun. bunlar sizi izleyen, sizi gören ışıklar. hepimizi görür onlar. karanlıklar kurtaramaz bizi ışıkların elinden. bizi saklamaya yetmez o kara çarşaflar. aynada sizi gördüm. gülümsedim. onun saçlarını düzeltiyordun. benim saçlarıma hiç dokunmuş muydun? sanırım bir zamanlar evet. çarşaflara ihtiyaç duymadığımız zamanlardı onlar. gizlerimiz yoktu, gizlemeye heveslerimiz vardı. bir köprüydü ellerin beni sana taşıyan. o senin gizli şefkatin, o görünmez güvenin saklı ardında. elini belimde hissedebiliyorum hala. hala sıcak. beni sana çekiyor sessizce. kokun süzülüyor içime sinsice. artık içimde, hep benimle. peki ya kokunu nasıl saklayacağım? sonra elini görüyorum aynada. parlak. saçların arasında. bütün aynaları kıracağım.

25 Mart 2014 Salı

the black crow

yine arifesinde bırakmanın bir şeyleri,
yeni bir defter açtım hayatımda
kapatarak bir diğerini.
kara bir karga kondu dala
bitirmedim bu sefer bardağın dibini

15 Ocak 2014 Çarşamba

eskilerden : oyun



bir oyun oynayalım. birlikte, ikimiz birlikte. artık söz verdin suç ortağım hatta dert ortağım olacaksın bu yazıyı okumaya başladın oysa ki ben sanardım kimseler istemezdi okumak söz de vermezlerdi sevgi de vermezlerdi ya severlerdi de gösteremezlerdi ne olurdu gösterseler korkardılar belki de kaçıp gitmesinden elde olanın. neden kaçıp gider sevilen elde olduğu için mi sevilmek çirkin olduğu için mi yoksa sadece sevilene kadar mıdır bu sevgi maratonu. cevap veremiyorsun ya içinde dönüyor senin de kaset biliyorum arada bozuk ve paslı bi radyo gibi cızırdasa da susmuyor biliyorum bende de var bitane antikacı almıyor onda da var herhalde. geceler uzun sürüyor sabah iki dakikada oluyor bi amca vardı halbuki gençmiş de müezzin olunca asla genç olamaz insan geçerdi kapının önünden sabahın körü olurdu çıkardı tepeye karda soğukta okurdu selam da verirdi hiç öyle müezzin olunur muydu? vantilatörler vardı bi de klimalar vardı üfürükçülerin görüneni makbuldü klimaların iyi saklananı. insanların neyi seveceği belli olmazdı benim sevdklerimi sevmezlerdi nasıl olurdu da annem kereviz bamya türlü türevlerini severdi acaba annem hiç çocuk olmamış mıydı ya da ben hiç büyümemiş miydim geçen gün evde bamya vardı kazara yapılmış olmalıydı tuhaftır yiyesim geldi biraz yuttum kusmadım allah muhafaza büyümüş olmayayım çocuklarıma kelle paça kaynatmayayım küçüktüm tencereden bacak çıkmıştı tırnakları görmüştüm halbuki bebekken pek bi severmişim bayıla bayıla paça yermişim bi günde hastaydım kusuyordum annem süt ısıttı şeker kattı ekmek bandı ağzıma koydu üç metre öteye kustuğum rivayet edilir ama annem bilmez miydi ben hiç sıcak süt içer miydim. insanlar bi tuhaflar kendilerine gerçek yaratmada pek başarılılar. bi de sanki büyümekten hiç mi hiç korkmazlar. halbuki ben çocukluktan korkardım en çok.

dolmuş


“sıcak bir gün. öylesi ki insan soyunmak bile istemez, yapışkan ve yakıcı gelir çıplaklık. şimdi bir de işin yoksa kuyruk bekle. bir sigara içsem mi gelene kadar. yok ya şimdi yakarız gelir şans ya, piç olur meret. hem dişiyiz ya mal mal bakar millet. inadına mı yakmalı? hırlaya hırlaya bir dolmuş yaklaştı durağa. iyi iyi şansımız varmış. dolmuş hayalkırıklığıyla dolu bakışları sollayarak beykoz kuyruğuna yanaştı. şeytan diyor ver parayı beykoza yanla, yol üstü nasılsa. tikrek bir dolmuş daha yaklaştı ve uzun üsküdar kuyruğunun başında duruverdi. üsküdar üsküdar buyrun üsküdar.. arka sağşeyi de kaptırdık. en dibe kaya kaya oturdu. duraksayan, durgun bir hali vardı. bunlar inmezse burdan inmek de ayrı iş. neyse elbet inerler. capitol ne kadar dedi yorgunca hatta perişanca görünen etli bir kadın. hanfendi bu gitmez capitöle bağlarbaşına bincen bak ilerde. hıe, bu da gitmiyor mu yahu? neyse tamam ineyim o zaman. dolmuş şoförünün bıkkınlığı suratında okunuyordu. her gün kim bilir kaç kişi yanlış dolmuşa binip keyfini kaçırmayı beceriyordu. hayat da öyle tuhaf bir sıkıcılığa sahipti ki insan kelimeleri kullanmaktan bıkıyor, yaşamaya devam etmekten bıkmıyordu.
geniş omuzlarını sığdırmayı başarmıştı ancak saçlarını tepesinde düğümlemek için aşırı bir istek duyuyordu. çantası dizlerinde bu işi becermek pek zahmetliydi. insanları rahatsız etmek, üstüne bir de bunun farkına varmak en büyük korkularındandı. önce bir şu parayı vereyim hele de hallederiz. güç bela cüzdanı açtı. 1 lira 15 kuruş bozukluk ve bir ellilik vardı. hay allah nereye verdik bu bozuklukları. neyse.. önde oturan adamın omzuna hafifçe değmeye çalışarak ‘rica etsem, bir kişi uzatır mısınız?’ dedi. adam robotik bir tavırla parayı aldı, şoföre uzattı. şoför bozuk fakat sakin asabıyla parayı süzdü. bozuk yok muydu? maalesef.. alın bu parayı ben bozamam bunu. e yok ama napıcaz? para robotik adamın elinde aynen geri geldi. hay sıçim napıcaz şimdi? heralde başka bi şoförle dolmuştan dolmuşa olayına girişecek. bir tepki de vermiyor. neyse koymiyim cüzdana da her an verebileceğim anlaşılsın hem isterse uzatıveririm hemen. dolmuş her günkü monotonluğunda ilerliyordu. herkeste olanlar çok normalmiş gibi bir hava vardı. diğer insanların tavırlarına bakarak ne yapması gerektiğini kavramaya çalışıyordu. yolcular yardımcı olacak gibi görünmüyordu. bir tanesi tüm dünyanın dikkatini çekmeye çalışırcasına arkadaşıyla kavga ediyordu. beni bir saniye dinler misin? ben sana bişiy demedim onaydı kızgınlığım sen yanlış anladın, sarpa sardı. sonra konuşalım mı, şimdi müsait değilim? kapatmaya çalışırken konuşma hoperlora geçti. bir sorun varsa şimdi çözelim. derdini söylesen problem olmicak. dur şimdi konuşamıcam kapıyorum. orda hiç sesini çıkarmıyosun sonradan bozuluyosun. kapattım sonra konuşalım. asla kapanmayacak gibi görünen telefon sonunda kapandı. ısrarla çalmaya devam ediyordu. genç kadının stresi ve utancı her halinden belli oluyordu. arkaya doğru dönerek sessizce ‘kusura bakmayın’ dedi. onunki bitmişse de aracın içindeki stres sonlanmamıştı. hala yanaşmadı başka dolmuşlara nerdeyse numuneye geldik, üsküdara gidene kadar istemezse ne halt edicem? bir şey söylemem gerek mi acaba. off yok yere stres oldum. arkadan iki kişi indi. sanki seyirciler azaldığı için rahatlamış gibiydi. doğancılar parkından döndü dolmuş. işte bu caddenin sonnunda inmesi gerekiyordu. olmadı biraz daha giderim dolmuşla, geç inerim napıcam? durak da bana çok uzak inmek lazım. yüreğini sıkan bir hisle boğuşuyordu. sanki şoförü kandırmış da hırsızlık yapmış gibi tuhaf bir yük vardı omuzlarında. hakkı olmadığı bir şeyi yaşıyordu şu an. aman allahım, adamın dolmuşunda bedava geldim eve kadar bişey de demedi. ne yapmamı bekliyor acaba? inmem gereken yerde ineceğim tabi ne olacak. işte geldik bile. neyse, ışıkları bekleyeyim bari. ne olacaksa sanki. hem ne demeli bu adama? kusura bakmayın, inmem gerek. ışıklarda inebilir miyim? teşekkür ederim, kusura bakmayın? ışıklarda rica etsem? inecek var? müsait bi yerde inebilir miyim?
dolmuş yavaşça kaldırıma yanaştı ve durdu. dudaklarından hafif bir teşekkür duyuldu. sanki yakalanmaktan korkan bir hırsız gibi hızla yola attı kendini ve hızlı adımlarla uzaklaştı. huzursuz ama mutluydu..”