“sıcak bir gün. öylesi ki insan
soyunmak bile istemez, yapışkan
ve yakıcı gelir çıplaklık. şimdi
bir de işin yoksa kuyruk bekle. bir sigara
içsem mi gelene kadar. yok ya şimdi
yakarız gelir şans ya, piç olur meret. hem dişiyiz ya mal mal bakar millet. inadına mı yakmalı?
hırlaya hırlaya bir dolmuş yaklaştı durağa.
iyi iyi şansımız varmış. dolmuş
hayalkırıklığıyla dolu bakışları sollayarak beykoz kuyruğuna yanaştı.
şeytan diyor ver parayı beykoza yanla, yol üstü nasılsa.
tikrek bir dolmuş daha yaklaştı ve uzun üsküdar kuyruğunun başında
duruverdi. üsküdar üsküdar buyrun üsküdar.. arka sağ köşeyi
de kaptırdık. en dibe kaya kaya oturdu. duraksayan, durgun bir hali vardı.
bunlar inmezse burdan inmek de ayrı iş.
neyse elbet inerler. capitol ne kadar dedi yorgunca hatta perişanca görünen etli bir kadın. hanfendi bu gitmez capitöle
bağlarbaşına bincen bak ilerde. hıe, bu da gitmiyor mu yahu?
neyse tamam ineyim o zaman. dolmuş
şoförünün bıkkınlığı
suratında okunuyordu. her gün kim bilir kaç kişi yanlış
dolmuşa binip keyfini kaçırmayı
beceriyordu. hayat da öyle tuhaf bir sıkıcılığa sahipti ki insan kelimeleri kullanmaktan bıkıyor, yaşamaya devam etmekten bıkmıyordu.
geniş omuzlarını sığdırmayı
başarmıştı ancak saçlarını tepesinde düğümlemek için aşırı
bir istek duyuyordu. çantası dizlerinde bu işi
becermek pek zahmetliydi. insanları rahatsız etmek, üstüne bir de bunun farkına
varmak en büyük korkularındandı. önce bir şu
parayı vereyim hele de hallederiz. güç bela cüzdanı açtı. 1 lira 15 kuruş bozukluk ve bir ellilik vardı. hay allah nereye verdik
bu bozuklukları. neyse.. önde oturan adamın omzuna hafifçe değmeye çalışarak
‘rica etsem, bir kişi uzatır mısınız?’ dedi. adam robotik
bir tavırla parayı aldı, şoföre uzattı. şoför bozuk fakat sakin asabıyla parayı süzdü. bozuk yok
muydu? maalesef.. alın bu parayı ben bozamam bunu. e yok ama napıcaz? para
robotik adamın elinde aynen geri geldi. hay sıçim napıcaz şimdi? heralde başka
bi şoförle dolmuştan dolmuşa
olayına girişecek. bir tepki de vermiyor. neyse
koymiyim cüzdana da her an verebileceğim
anlaşılsın hem isterse uzatıveririm
hemen. dolmuş her günkü monotonluğunda ilerliyordu. herkeste olanlar çok normalmiş gibi bir hava vardı. diğer insanların tavırlarına bakarak ne yapması gerektiğini kavramaya çalışıyordu.
yolcular yardımcı olacak gibi görünmüyordu. bir tanesi tüm dünyanın dikkatini
çekmeye çalışırcasına arkadaşıyla kavga ediyordu. beni bir saniye dinler misin? ben
sana bişiy demedim onaydı kızgınlığım sen yanlış
anladın, sarpa sardı. sonra konuşalım
mı, şimdi müsait değilim? kapatmaya çalışırken
konuşma hoperlora geçti. bir sorun varsa
şimdi çözelim. derdini söylesen problem olmicak. dur şimdi konuşamıcam
kapıyorum. orda hiç sesini çıkarmıyosun sonradan bozuluyosun. kapattım sonra
konuşalım. asla kapanmayacak gibi
görünen telefon sonunda kapandı. ısrarla çalmaya devam ediyordu. genç kadının
stresi ve utancı her halinden belli oluyordu. arkaya doğru dönerek sessizce ‘kusura bakmayın’ dedi. onunki bitmişse de aracın içindeki stres sonlanmamıştı. hala yanaşmadı
başka dolmuşlara nerdeyse numuneye geldik, üsküdara gidene kadar
istemezse ne halt edicem? bir şey
söylemem gerek mi acaba. off yok yere stres oldum. arkadan iki kişi indi. sanki seyirciler azaldığı için rahatlamış
gibiydi. doğancılar parkından döndü dolmuş. işte
bu caddenin sonnunda inmesi gerekiyordu. olmadı biraz daha giderim dolmuşla, geç inerim napıcam? durak da bana çok uzak inmek
lazım. yüreğini sıkan bir hisle boğuşuyordu. sanki şoförü kandırmış
da hırsızlık yapmış gibi tuhaf bir yük vardı
omuzlarında. hakkı olmadığı bir şeyi yaşıyordu
şu an. aman allahım, adamın dolmuşunda bedava geldim eve kadar bişey de demedi. ne yapmamı bekliyor acaba? inmem gereken
yerde ineceğim tabi ne olacak. işte geldik bile. neyse, ışıkları bekleyeyim bari. ne olacaksa sanki. hem ne demeli
bu adama? kusura bakmayın, inmem gerek. ışıklarda
inebilir miyim? teşekkür ederim, kusura bakmayın? ışıklarda rica etsem? inecek var? müsait bi yerde inebilir
miyim?
dolmuş yavaşça
kaldırıma yanaştı ve durdu. dudaklarından hafif
bir teşekkür duyuldu. sanki yakalanmaktan
korkan bir hırsız gibi hızla yola attı kendini ve hızlı adımlarla uzaklaştı. huzursuz ama mutluydu..”